- 20.01.2017 00:00
Hrant Dink hakkında Türklüğü aşağılamaktan dolayı 301. maddeden dava açmışlardı. Hrant artık Kerinçsizgillerin hedefindeydi. Her mahkemede Hrant’ın yolunu gözler olmuşlardı. Türklük adına Hrant'a ağzının payını vermek istiyorlardı.
Böylesi günlerden birinde Antep'te DİSK Genel-İş sendikasının kongreleri yapılıyordu. Birer hafta arayla üç şubenin ayrı ayrı kongreleri vardı. Konuk konuşmacılara söz hakkı veriliyordu. Bir kongrede bende bulunduğum partiyi temsilen konuştum. Konuşmamda 301. Maddeden söz ettim. Hrant Dink'i hedef tahtasına getirdiğini anlattım. Bu yasanın faşist bir yasa olduğunu ve kaldırılması gerektiğini söyledim. CHP'de il başkanlığı yapmış mesleği avukat olan birisi benim sözlerime itiraz mealinde söz aldı ve 301. maddeyi savundu.
Bir sonra ki hafta yine Genel-iş sendikasının bir başka kongresine katıldık. Burada aynı avukat benden önce söz aldı. Cebinden bir kağıt çıkararak 301. maddenin yasada nasıl yazıldığını okudu. Ve geçen haftaki benim konuşmama gönderme yaparak sözlerini bağladı. Ben söz aldım cevap verdim. Orada şu sözleri söylediğimi hala net hatırlıyorum. '' Hukukçuya hukuk satacak değilim. Tereciye tere satmak gibi bir şey olur. Ancak Hitler'in de bir hukuk anlayışı vardır. Adına hukuk derseniz'' dedim ve sözlerimi bağladım.
Tabi günler geçti. Hrant katledildi. Tamı tamına bugün 10 yıl oldu, Hrant aramızdan alınalı.
Hrant o günlerde 301. maddeden nasıl ceza aldığına hayret ediyordu. Yargıya güvenmek istiyordu. Savcıların Hakimlerin yazılarının toplamını okuduklarında durumu anlayacaklarını, ve ceza vermeyeceklerini düşünüyordu. Ama öyle olmadı. Türklüğü aşağılamaktan ceza aldı.
İşte tam da burada Hrant'ın artık Türkiye'de ki adalet sistemine ve hukuk kavramına güveni kalmamıştı. Hrant için artık güvercin tedirginliğinde yaşama günleri başlamıştı. Ülkeyi terk etmeyi düşünmeye başladı. Ama hala umudu vardı. Yargıtay’dan bu ceza kararının döneceğini umuyordu. O anlamda terk etmedi bu toprakları. Ancak Yargıtay başsavcısının berat talebine rağmen genel kurulda oy çokluğu ile Hrant'ın Türklüğü aşağıladığı kanaati hakim oldu.
Ve tehditler başladı Hrant'a. Derin devlet kararını vermişti. Bu kılıç artığı zehir saçıyordu topluma. 1915'te yaşanan soykırımla yüzleşmek için toplumda bir kutup yıldızı oluyordu. Bu anlamda tez elden yok edilmeliydi.
Ve eline silah tutuşturulan, başına beyaz bere geçirilen bir psikopatla bu cinayet işlendi. Bu cinayetin kökü derindeydi. O günün bakanları başbakanları bu cinayetin Ankara'nın labirentlerinde kaybolmayacağını söylüyorlardı. Ancak cinayet planlı olduğundan o labirentlerden hala çıkılamadı. Hala mahkeme sürüyor. Ama bir türlü derinlere inilemedi. Çünkü katil Ogün Samast değildi. Devletin derinlerinde planlanmıştı. Sadece Samast’lar birer piyondu.
Evet 301. madde Hrantın Katlini meşrulaştıran bir yasaydı. Bizim Antepli sosyal demokrat avukat gibi bir çok kişi 301. maddeyi savunabiliyordu. O günün bakanları 301. maddeyi abartmayalım diyorlardı. Ama abartma değil bir gerçekti. Hrant'ı hedef tahtasına koyan o yasa ve yasanın savunucularıydı.
Hrant'ın ölümünden 10 yıl sonra Mecliste 3 Ermeni vekil bulunuyordu. Ermeni vekillerin meclise girebilmeleri önemliydi. Bu ülkenin demokratikleşmesine bir katkı olarak görüle bilinirdi. Hrant'ın öldürülmesinden 10 yıl sonra HDP milletvekili Garo Paylan kürsüden yaptığı konuşmada otoriter rejimlerin toplumda çeşitliliği yok ettiğini söyleyerek sözü 1915'te ki soykırıma getirdi. Ne ki sözlerini bağlamasına bile fırsat verilmedi. Sözlü bir linç başladı meclis sıralarından. Soykırım sözcüğünü sindirememişlerdi. Tıpkı Hrant'ın 1915'in soğumayan küllerini eşelemesine verilen tepkiler gibi Garo için de tepkiler verilmeye başlandı. Kürsü dokunulmazlığı sistemden yana olanlar için vardı. Ancak Kürtler için Ermeniler için kürsü dokunulmazlığı yoktu. Meclisin üç partisi birleşti tekleşti. Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattı. AKP'nin ve CHP'nin Ermeni vekilleri Garo'ya sahip çıkamadılar. Aslında onlar Garo'ya değil yası tutulamamış yüzleşilememiş acılarına sahip çıkamamışlardı.
Bugün ülke Hrant'ın yaşadığı koşullardan daha geri, daha otoriter ve daha güvensiz bir durumdadır. Bu anlamda dün Hrant'ı koruyamadık. Ancak bugün Garo Paylan gibi ötekileştirilen ve hedef tahtasına konulan kişileri korumalı, sahip çıkmalıyız. Yoksa Hrantın acısı soğumadan yeni acılara seyirci kalabiliriz.
Yorum Yap