Ömer Laçiner: Artık "Milli Birlik ve Beraberliğe En Fazla İhtiyacımız" Yok mu?

AKP’nin şu son dönemine gelinceye kadar, iktidarlar ne zaman başları sıkışsa ve özellikle de devletin-toplumun tabularını

Ömer Laçiner: Artık
11.03.2018 - 09:34
1852

AKP’nin şu son dönemine gelinceye kadar, iktidarlar ne zaman başları sıkışsa ve özellikle de devletin-toplumun tabularını veya “tartışılmaz-tartışma dışı” saydıkları sorun ve çözüm biçimlerini sorgulamayı gerektirecek bir durumla veya girişimle karşılaştıklarında; o sorgulama veya girişimi püskürtmek, sindirmek için, derhal “her zamankinden fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu anda...” gerekçesine sarılırdı.

Bu tür sorgulama ve girişimler, iktidar kadar “ana muhalefeti” ve muhalefetteki partilerin çoğunu da tedirgin ettiği, bunların tümünün birleştiği noktalara aykırı göründüğü için, sözkonusu gerekçenin ileri sürülmesi, iktidarın “birlikte mücadele” çağrısı anlamına gelir ve genellikle onaylanırdı. Böylece iktidar ve mevcut muhalefetin çoğunluğu, aralarındaki çatışmaları “askıya alıp”, birlik ve beraberlik noktalarını öne çıkararak o sorgulama veya girişim ezilinceye ya da gündem dışına itilinceye kadar ortak bir mücadele cephesi oluştururlardı.

Son iki-üç yıldır ise, bu gerekçenin yerini “ortada bir beka sorunu var” söylemi aldı. 2016 sonbaharında Sur, Cizre, Nusaybin sokaklarında kurulan barikatlar nedeniyle ordu tank top ve uçaklarıyla bir yıkım-imha harekâtı başlattığında, 15 Temmuz darbe girişiminin suçlularına karşı yapılan operasyonlarda ve en son Afrin harekâtı icra edilirken gerekçe buydu.

Ancak, dikkat çekici nokta, “her zamankinden fazla birlik ve beraberliğe...” gerekçesinden “beka meselesi”ne geçiş, iktidarın yaklaşım ve tutumundaki çok önemli bir değişimi de içermekteydi. Hükümetler “her zamankinden...” çağrısına icabet eden muhalif partilerin o çağrının gereklerini kendi üslup, tarz ve araçları ile yerine getirmesine ses çıkarmaz, farklılıkları sorun etmez, birlik ve beraberlik görüntüsü vermeye özellikle kendisi dikkat eder, muhalefetin eleştirilerine “misliyle cevap vermek” yerine alttan almayı yeğlerdi. Böylece “birlik ve beraberlik içinde” olan kesim, olabildiğince genişletilmiş, birlik dışı addedilen, tecrit edilecek, sindirilecek veya ezileceklerin de daraltılıp, halledilmeleri kolaylaşmış olurdu.

Oysa “beka meselesi” gerekçesini kullanan AKP hükümetinin –Reis’inin– tutumu neredeyse tam tersinedir. Az önce bahsettiğimiz, AKP ve Reis’inin “beka meselesi” diye nitelediği “operasyonlar”ın tümünü de “öyledir” diyerek desteklemiş olan muhalefet partileri ve özellikle de CHP, hükümetin tutumuna ilişkin en ufak bir eleştiride bulunduğunda, nisbeten farklı bir yol önerdiğinde –hatta böyle bir vesile bile yokken– AKP yönetimi tarafından neredeyse hain ilan edilecek derecede ağır saldırılara maruz bırakılmaktadır. HDP zaten “beka meselesi” söylemine geçildiğinden beri hedef tahtasındadır. İYİ Parti’yi de onların yanına itmek için AKP’den çok ortağı MHP elinden gelen gayreti göstermektedir.

Aradaki farkı şöyle de formüle edebiliriz: “Her zamankinden fazla birlik...” ihtiyacı karşılanarak çözümleneceği varsayılan sorunlarda tarifinin de mantıkî gereği olarak mümkün en geniş toplumsal –siyasal mutabakat– uzlaşma aranıyorken; AKP yönetiminin “beka meselesi” diye nitelediği sorunlarda tam aksine neredeyse toplumun yarısı o sorunun çözümünde bir ayak bağı olmanın da ötesinde bizatihi sorunu oluşturan unsur muamelesi görmekte, “beka meselesi” adına yapılanlar doğrudan veya dolaylı olarak onları da hedef almaktadır.

Bu formülasyon, şöyle bir “tuhaflığı” göstermiyor mu? Deyimleri lügat anlamıyla ele aldığımızda, “beka meselesi”nin “her zamankinden fazla birlik...” ihtiyacını gerektiren sorunlardan çok daha ağır, vahim bir durum ifade ettiği apaçıktır. Dolayısıyla daha hafif vahamette bir sorun için Türkiye toplumunun mümkün en geniş bir mutabakat çerçevesinde davranması ön –ilk– koşul sayılıyorken; sorunun çok daha vahim olduğu söylendiğinde haliyle daha da geniş bir birliktelik aranmalı iken tam aksine toplumun neredeyse yarısının bilhassa dışlanması, adeta “beka meselesinin bir parçası” muamelesi görmesi çelişkiden öte düpedüz bir mantıksızlık, akıl dışılık değil midir?

Bu çelişkinin, mantıksızlığın giderilmesi, ancak ve sadece AKP yönetiminin “beka meselesi” derken, normal aklın anladığı –Türkiye (toplumu)nun– beka meselesinden değil, tamamen kendisinin –ve yedeklediği MHP’nin– beka meselesinden bahsettiğini bilmekle mümkündür. Yani AKP, bileşenlerinin büyük çoğunluğunu içeren bir Türkiye’nin değil, kendisinin ve kendisiyle özdeş saydığı –azami % 40’lık bir kesimin– bir “beka meselesi” olduğunu söylüyor. Bu “beka meselesi”nin Türkiye dışından –başta ABD ve AB olmak üzere– kendisine yönelik çeşitli girişimler dolayımında ortaya çıktığını söylerken ülke içinden de o girişimlere destek verenlerin olduğunu iddia ediyor. CHP HDP İYİ Parti ve herhalde SP’de bu iç destekçi – “iç düşman”da diyebilir – kategorisine giriyor.

“Beka meselesi” böyle konulunca o “iç destekçi/düşmanların temsil ettiği Türkiye toplumunun yarısı ile AKP’nin ve onunla özdeş kitlenin birlik ve beraberliğine özen göstermek değil, tam aksine birlik ve beraberlik bağlarının tamamen kesilmesi bir zorunluluk, ön koşul olarak görülür. Dolayısıyla AKP yönetiminin ve özellikle de Reis’inin HDP’ye tamamen “yok hükmünde” olacak biçimde davranması, CHP’nin –sanki Türkiye’nin bekası sözkonusuymuş gibi– yaptığı önerileri elinin tersiyle ve çoğu kez hakir görerek itmesi ve gözdağı vermeyi ihmal etmemesi, İYİ Parti’ye ve SP’ye diş bilemesi, bu durumda hiç de çelişki, tutarsızlık değildir.

Türkiye’nin değil AKP’nin bir beka sorunu olduğunu esas aldığımızda çelişki/tutarsızlık gideriliyor ama bu defa da o beka sorununun içeriği/kaynağı sorusu çıkıyor önümüze.

AKP sözcü/ideologlarına bakılırsa, sorunun asıl kaynağı “dışarda”dır, “dış güçler”dir; özellikle de ABD ve AB’dir. Bunlar, AKP yönetiminde Türkiye’nin “yükseliş”e geçişini, İslâm dünyasını da peşine takacak bir süpergüç olma yolunda ilerleyişini gayet endişeyle karşılamakta, hatta kıskanarak paniğe kapılmakta olduklarından onun başını ağrıtacak, yükselişini ketleyecek, dahası parçalayabilecek sorunlar çıkarmaktadırlar.

İddia budur ve 17-25 Aralık’tan, hatta Gezi isyanından beri giderek alenileşen ve hamaset düzeyi yükselen bir dille ifade edilmektedir. Bu iddiayı en azından kendi kamuoyu nezdinde inandırıcı kılmak için AKP yönetimi ve medyası, karşılaşılan bütün sorunların mutlaka esas olarak –ABD başta olmak üzere– “dış güçler” ve onların kendi “kadrolu” ve buradan devşirilmiş ajanlarınca tezgâhlandığı propagandasını yapadurdu. Gerçi, şimdiye kadar o “dış güçler”in telaşa kapılmasına neden olan “yükseliş”imizin nelere dayandığı konusunda “havaalanları ve duble yollarımız” gibi kargaları bile güldürmeyecek argümanlardan başkasını duymadık ve şöyle dişe dokunur bir kanıtla yakalanmış ajan da bulunamadı. Ama bu büyük boşlukların giderek absürdleşen bir hamasetle doldurulmasından da vazgeçilmedi.

“Dış güçler”in bu kampanyayı ciddiye aldıkları ise asla söylenemez. Türkiye’ye sempati besleyenlerin acıyarak, soğuk bakanların küçümseyerek ve alay ederek, devlet ve ekonomik çıkarın soğuk mantığından yaklaşanların bir dizi zaaf tesbit ederek izledikleri, karşılık vermeye gerek görmeyip değer de vermedikleri bir kampanya bu.

Zaten AKP sözcüleri de bu kampanyayı dışarıya değil içeriye “mesaj vermek” için yürütüyorlar. Çünkü kampanyanın asıl hedefi dış güçler değil; içerdeki “birileri”dir. “Beka meselesi” onlardan, onların varlığından, varoluş biçimlerinden dolayıdır. Daha doğrusu onların AKP’nin kendilerine dayattığı varoluş biçimini reddetmelerinden, buna direnmelerinden ötürü ortaya çıkmış bir sorun oluyor.

O nedenledir ki AKP, kendi varoluş tarzlarına yapılan dayatmalara direnen, varoluşları için temel veya ön şart saydıkları değer ilke ve kuralları savunma inadı gösteren bu kesim(ler)le, “birlik ve beraberlik içinde” olma görüntüsünü bile vermek istemiyor artık. Çoğunluğu “laik” ve siyaseten muhafazakâr –yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin (başta Kürt sorununa ilişkin) kurucu politikalarını onaylayan bu görece heterojen kesimlerin, AKP ile birlikte hegemonik konuma gelen Sünni-Türk muhafazakârlarla eşit haklara sahip olma asgari müştereğini de fiilen kabul etmiyor AKP ve reisi. Bu gevşek bloktan konjonktüre göre bazen Sünni Kürt muhafazakâr ve hatta milliyetçileri, bazen de “Ulusalcı” laikleri kopartma hamleleri de bu yüzden. AKP yönetimi gerçi şimdiye kadar bu hamlelerinden umduğu sonuçları alamadı ama vazgeçmeyecek de. Çünkü bu hamlelerin birinde eğer o blokun bileşenlerinden birini kendi yanına –elbette geçici olarak – çekebildiğinde ve bunu yaparken blok içinde de kopuşlar, karşılıklı dışlamalar vuku bulduğunda, AKP için “bitirici” hamlenin koşulları oluşmuş, zamanı gelmiş olacaktır.

Afrin harekâtının neden bir “beka meselesi” olarak yürürlüğe konulduğunu, asıl bu bağlamdan “okumak” gerek. Çünkü bu operasyon HDP’nin doğal olarak göstereceği reaksiyon nedeniyle blokun değer unsurları tarafından tamamen tecrit edilmesi ve aynı zamanda CHP içindeki fraksiyonların –özellikle sosyal demokrat ve “ılımlı” ulusalcıların– kapışması ihtimalini körükleyebilirdi. Fakat blokun unsurları basiretli davranınca bu ihtimal(ler) gerçekleşmedi. Operasyonun başlangıcında estirilen, “Kurtuluş Savaşı”, “Kuvayi Milliye”, “Amerikan emperyalizmiyle savaş”, gibi kallavi deyimlerin uçuştuğu ağır hamaset balonunun sönükleştirilmesinin nedeni de bu.

Umduğunu bulamaması AKP’yi yeni bir hamleye sürükleyecektir. Çünkü kendi beka sorununun içerdeki kaynağı onu derinden rahatsız etmektedir. Ve onun için kötü haber: AKP, özellikle geldiği şu son haliyle o rahatsızlıktan asla kurtulamayacaktır.

Bunun ana nedeni sözkonusu rahatsızlığının bir yetersiz olma, sahip olduğuna (konum, güç vs.) aslında layık olmadığı, hak etmediği ve ergeç kaybedeceği duygusundan, korkusundan kaynaklanıyor oluşudur. O yüzden siyasal ve toplumsal iktidarı ellerinden aldığı laik muhafazakâr (Atatürkçü) kesimin fiilen ikinci sınıf yurttaş konumuna ittiği muhafazakârlar karşısında duyduğu “üstünlük duygusu”nun bir benzerini hissedemiyor. O, Atatürkçü “modernist”lerin dindarlarla kendilerini kıyasladıklarında –çoğu zaman şeklî ve içeriksiz de olsa– iddia edebildikleri donanım ve yetenek bakımından niteliksel üstünlükle dahi ölçüşebilecek bir durumlarının olmadığını içten içe kabullenmenin rahatsızlığı ve nefrete varabilen öfkesi.

Önümüzde bu rahatsızlık ve öfkenin bir kez daha harekete geçirilebileceği günler var. Dolayısıyla da bilinç, basiret ve iyicil niteliklerimize en fazla ihtiyaç duyacağımız zamanlar.

birikim

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums