Mehmet Altan

  • 20.01.2012 00:00

Onu ilk kez, Yeni Demokrasi Hareketi’nin en tepedekilerinden biri olarak, 1994 sürecindeyken kaleme alıp da hepsine gönderdiğim uzunca bir yazıma, dönüp yanıt veren tek adam olduğu bir sırada tanımıştım. Yazımı postaya verdiğimden birkaç gün sonra, vakit sektirmeden telefon açarak, üniversitedeki Profesörler Evi’nde öğle yemeğine davet etmişti. İşte 17-18 senedir süren bu dostluğumuza böyle başlamış idik.


“Askersel Boyutun Siyasal Sistemimize Etkileri, Kurumları ve Sonuçları”
 diye, oldukça fiyakalı bir başlık altında ve sanırım biraz da “akademik” bir özenmeyle yazmış olduklarımı takdirle karşılamış; hâttâ bir süre sonra, Milliyet’in Pazar Postası ekinde birkaç ay süren bir yazı dizisi olarak da yayımlamıştı. Ah siz, o günlerde bendeki kanatlanmayı bir görmeliydiniz.

Mehmet, romanı yazılacak, şiiri söylenecek bir adamdır. Hayatı, abartısız fakat bir çocuk duruluğundaki gibi heyecanlarla ve “büyük bir ciddiyetle yaşadığına”, çokça tanık olmuşumdur, bu zaman zarfında. “Yâni yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden

Yaşam şakaya gelmez, diyerek

             yâni o derece ve öylesine ki,

                            beyaz gömleğiyle bir laboratuvarda

             insanlar   için ölebilecek” kadar âdetâ.

Mehmet kadar çalışkanı az bulunur. İnanın o, hepimizin bir gününe, bakmışsınız bir haftayı sığdırır. Yedi günde sekiz yazı yazar. Üniversitede hocalık yapar. Kentler arası konferanslar verir. Dünyayı mekik dokur. Gene de bana mısın demez ve yüzünde bir dirhem olsun bezgince bir ifade görülmez.

Mehmet bir insan sarrafıdır. Onları keşfeder; lâkin belli etmeden ve hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi yaparak, onlara kol kanat gerer.

Ahlâksızlıkların, bıkmadan usanmadan peşlerini bırakmayarak “fikri takib”ini yapar; unutulmalarına izin vermez. Rögar kapağı açık bırakıldığı için yitip giden yavrucağı, cezaevi nakil aracında diri diri yakılan mahkûmları, maliyetli bulunup cesetleri göçük altından çıkarılmayan işçileri ve insanı yok sayan daha böyle nicelerini, yılmadan ve bezmeden bir tek o sorar, durur. Kimsenin adamı olmadığı için, kimseye müdanası da yoktur. Doğru bildiğini dosdoğru yazar da yazar.

Şu işe bakın! Mehmet’in son yazısını basmamışlar. Gerçeklere artık tahammül edemeyip kovan kesmişler, tutukluk yapmışlar. Siyasal arenada silahları tekleyenler, HEK’e (hurda, enkaz, köhne) ayrılma yolunda adım atmaya koyulmuşlar, demektir. Çünkü, bu işler böyle başlar. Belirtileri böyle görülür. “Sonun başlangıç çizgisi”, Mehmet Altan’ın kaleminin kırılmaya kalkıldığı çizgidir. Bu, aynı zamanda, cami duvarına işemektir. Üstüne başına, bakıp da çeki-düzen verebileceğin aynayı kırmaktır.

Bekler misiniz bilmem, ama eğer beklerseniz, daha çoook beklersiniz. Mehmet susmaz. Mehmet’i kim, ne zaman susturabilmiş de, siz susturasınız? Ona bir şey olmaz. Olan, aslında sadece size olmuştur. Siz kaybetmişsinizdir. Kendi kendinizi sokmaya girişip, kendinizi eksiltmişsinizdir.


“İşine ve özerkliğine özen gösteren”
 bir bilim adamına, onurlu bir yazara dokunmak, onu değil, olsa olsa sizi çarpar. Onun her şeyi, “hiç çekinmeden, her yerde ve her defasında açıkça anlatacak bir fıtrattan geldiğini bilmezden gelenler”dir, yarın utançla yüzü kızaracak olanlar. Türkiye’yi, “istediğinin yazılıp, istemediğinin yazılmayacağı birtakım iradelerin” kol gezdiği bir yer olmaktan kurtarmak için kalemiyle savaşmak, boynunun borcudur Mehmet’in ve onun gibilerin.

Bunu fırsat bilip, askerî mahfillerde aldıkları kurslar neticesinde, şu sıralar bir de “durumdan vazife çıkaranlar” var ki, sormayın. “Dikkat, dikkat... AKP’yi kayıtsız şartsız destekleyenler, sizi denize atıyorlar. İlk büyük kurban Mehmet Altan!” diye, davul çalarak, göbek atarak, gerçeği saptırıyorlar. Mehmet Altan olsun, diğer adam gibi yazarlar olsun, herkesin büyük resimdeki yerlerine bakarak; sırasında doğruya doğru, sırasında eğriye eğri, demesini bildiler, bugüne değin. Oysa bu satırları yazanlar, meselâ Hrant Dink cinayetinin arka planındaki devlet ilişkilerinin neden üstüne gidilmediğini sorgular gibi yaparlarken; bir yandan da, benzer sebepler yüzünden Silivri’yi dolduran devlet ilişkilerini, nasıl boşa çıkaracaklarının savaşımını da sürdüre geldiler. Ne yapmış olurlarsa olsunlar, kendi tarzları gibi, yalnızca kendi cenahındakileri aklamaya yarayan, kiralık bir kalem değil ki Mehmet, haklı olsun böyleleri.

O,

“Eylemem ölsem de kizbi ihtiyâr,

Doğruyu söyler gezer bir şairim;

Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefâ!

Kendimi hicv eylemezsem kâfirim” diyerek, kendi alanındaki yanlışlıkları dahi hoş görmeyip, örtbas etmeyen “Eşref”in sûlbünden gelir. “Altanların yazındaki haysiyetini”, tıpkı bir “Atlas”gibi sırtında taşır.

Ekmeğini kırıp paylaşmasını bilen, zor zamanlar dostu, sevgili Mehmet!  Akılları sıra, Sokrates’e:“Zalimler seni ölüme mahkûm ettiler!” dediklerinde; onun da, dinginlik ve özgüvenle gülümseyerek, “tabiat da onları!” demişliğini, ne dersin, tam burada anımsatmak, yerinde olur muydu, onların bu davranışına karşılık?

Ya da, hiç buna değecek adamlar değiller mi, yoksa?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums