Parçalarını arayan insan (4)- Kompartımanlar...

  • 22.01.2012 00:00

 Azınlık olmanın türlü dezavantajları var. Bunun dünyanın her yerinde benzer tezahürleri var. Bir şey için, “daha fazla eşit olanlardan” daha fazla çalışmak zorundasın. Hakkın yendiğinde sesini çıkarmamak, çıkarmaktan daha iyidir. Çünkü adalet ararken muhtemelen bir kez daha cezalandırılacaksındır. Öğrenirsin... Sana öğretirler. Ne kadar babayiğit olsan da, daha eşit bir babayiğit kadar ileri gidemezsin. O yüzden azınlıklar veya dezavantajlı kesimler kendilerine has hayatta kalma stratejileri geliştirmişlerdir. Çoğunlukla, hayat kötü örneklerle ve gerçekleşmelerle tekerrür ettiğinden, onların bu stratejileri, genel bir yaşam kaidesi olarak kabul görür. Buna karşı çıkanlara da romantik veya cemaatlerinin güvenliğini tehlikeye atan bir deli gözüyle bakarlar. Büyük toplum küçük toplum hep birlikte onu itibarsızlaştırırlar.

Mesela Eurovision’da Türkiye’yi temsil etmek için bir Musevi TC vatandaşı şarkıcı seçilir. Ne güzel değil mi? Aferin seçene. Ama ortalık birden toz duman olur. Çocuğun etnik yapısı “defoludur” bazılarına göre. Müslümanlığı başkasına kaptırmayan gazetelerde dönen bu tartışmaların önünü almak için “biz 500 yıldır Türk’üz” der çocuk. Böyle demesi makbuldür. Bu herkesin hoşuna gider. Türk-İslam sentezi bir kez daha düşmanlarına galebe çalmış ve gücünü ispatlama imkânı bulmuştur. Mesela o çocuk “5000 yıldır da Yahudi’yiz ulan ne var bunda” dese, işte o iyi olmaz. Onun bunu öyle söylemesini kendi cemaati de istemez. Bu türden çıkışlar, ancak bizim Roni Margulieslere, en yakın arkadaşını hâlâ karanlıkta kalan bir cinayete kurban veren İshak Alatonlara mahsustur.

Günlerden bir gün, “İstiklal Marşı’nı en güzel okuma yarışmasını” Rum bir kız çocuğu kazanır. Çocuk hakikaten de güzel söylemiştir. Ağlamaktadır, ağlatmaktadır. Ama rutin bir yarışma, birden basında büyük olay olur. Çünkü kızcağız Rum’dur. Rum asıllı bir çocuğun Türk istiklali marşını böyle güzel okuması o kadar derin anlamlara sahiptir ki, içimizdeki bütün derinler harekete geçer ve alkışlar o Rum kız çocuğunu. Yani bu durumda kimse “Bu çocuğun bir Türk çocuğundan niye farkı olsun ki” diyemez. Çünkü vardır.

Ama tarih öyle bir şey değil işte. Gerçek, estetize edilmiş o hikâyenin her yerine bir virüs gibi sızmıştır. Mesela o Rum kızcağız büyük bir iştahla medyada tüketilirken, bir de ortaya ne çıkar dersiniz?

Kızcağızın Gökçeada’daki evi 17 Aralık 1999 yılında kundaklanmıştır.

Anneleri 15 aylık kızını yangından zor kurtarır, lakin dört yaşındaki erkek çocuğu kül olur. Acıya bakar mısınız? Şimdi çok şaşıracaksınız. Sıkı durun...

Evlerini askerler yakmıştır. Yıl 1999’dur, ama hâlâ Gökçeada’daki Rumlar temizlenmeye, kaçırılmaya çalışılmaktadır. Yangınla ilgili üç er gözaltına alınır. Sadece biri müebbet cezaya çarptırılır. O yangını çıkarmaları için hangi üstlerin devrede olduğu, yani olayın perde arkası, bir Türkiye klasiği olarak aydınlatılamaz. İşte o çocuk, yıllar sonra İstiklal Marşı’nı en güzel okuma yarışmasını ruhuna sinmiş yanık kokusuyla kazanan o Rum kızıdır.

Tarih daha büyük bir ders verebilir mi, anlayana, vicdanı, imanı yerinde durana, görene...

1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğunda, Bedri Baykam veya Müjdat Gezen ne hissetmişse, benzer şeyler hissetmiş olabilirim. (Kendime epeyce haksızlık ettim galiba, neyse.) Bir hafta içinde başta İstanbul’un sonra da Türkiye’nin İran olacağından korkmuştuk. Yirmili yaşların başında, Ermenilerin yaşadığı kompartımanın kapalı kapısının hemen ardında yaşayan bir gençtim.

Sonra, 1996 yılında Hrant Dink ve arkadaşları AGOS’u kurdu. Berlin Duvarı yıkıldı. Arada 28 Şubat’ın acısını yaşadık. İnternet hayatımıza girdi ve 2002 yılında AK Parti iktidarı geldi. Sonrası malum.

Türk’ün, Kürt’ün, Müslüman’ın, Ermeni, Rum, Yahudi, Laz ve Çerkes’in içine tıkıldıkları ve birbirlerine öldüresiye düşman oldukları kompartımanların kapısı açılıverdi...

2007 yılında Hrant Dink’i öldürdüler. Yüzbinler sokağa döküldü. Davasını kapattılar, onbinler “Hepimiz Hrant’ız” diye yine sokaklara döküldü.

1994 yılında benim başkaca düşünmek için fazla bir şansım yoktu. Türklerden, Kürtlerden, Müslümanlardan hazzetmiyordum. Başımıza ne geldiyse, o tek bir sıfatta izah ettiğimiz insanlar yüzündendi. Onların ne yaşadığından haberim yoktu. Tabii diğerlerinin de...

Muhtemelen sizin de durumunuz aynıydı. Kompartımanın kapısı üzerimize kilitliydi. Pencereden damdan kaçanı da vuruyorlardı, linç ediyorlardı. Biz birbirimizden biliyorduk.

Ama bugün, o kompartımanın kapıları ardına kadar açıkken hâlâ içeride durmak bir kader ve zorunluluk değil, sadece bir tercih. İçeride kalmayı özgür iradenizle tercih ediyorsunuz. Türkiye’de değişimin kararsız ve çelişkili karakteri, açık konuşayım, kompartımanlarda kalmayı tercih edenlerin bu ikiyüzlülüğü ile doğru orantılı.

Nefretimiz, bencilliğimiz ve ikiyüzlülüğümüzde reşidiz artık.


mesayan@markaresayan.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums