- 5.02.2012 00:00
İnsanlık kendi gerçek insanlığına yani kendi doğasına uygun harekete zihni ile erişecek. Çünkü zihnimiz, düşünebilmemiz bizi doğanın tüm canlılarından ayıran yegâne unsurumuz. Herkesin zihni kendi yaşamının içinde şekillenir. Aile zihnimizin ilk oluşumundadır. Bu etkenlerin beraberinde inançlar diğer arka planımız olur ki zaten hayatımızın uzunca bir zamanını bu arka planı da anlayamaya çalışarak geçiriyoruz. Çünkü biz olabilmek için önce bizim arka plandaki zihnimizi irdelemek gereklidir. Dünyanın gerçekliğine insanlığın uzak kalmaması da yine bu arka planı anlayarak mümkün olacaktır.
Cuma günü diktatörlüğüne fazlaca düşkün Esad, kendi halkını Humus’ta katletti. Bu haber ile birlikte yeni teknoloji endüstrisinin en şahane ürünü Twitter’da kıyamet koptu. Herkes dört bir yandan Esad’a isyan ediyor ve lanetliyordu. Binlerce insan gecenin bir yarısı orada ölen insanların feryadına aynı feryat ile karşılık veriyordu ve bu beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Ne güzel ki eskiden çokta kolayca duyamayacağımız her şeyi anında duyabiliyor ve örgütlenebiliyoruz. Küreselleşen dünyanın en güzel örneğidir bu. Ama ne var ki, Humus’taki bu katliama verilen tepkilerin bütün insanlığı kapsayıp kapsamadığını sorgularken buldum kendimi. Eğer insan zihninin arka planının sadece dini inançla şekillendiğini düşürsem bu tepkilerin Suriye ve Gazze gibi ülkelerde olanlar üzerinden çoğullaşmasını normalleştirmiş olur muyum? Din insanlığa sunulan, insana ve doğaya ait ilk zamanlarda doğru bir harita olabilir ama bugün hala aynı haritanın izini sürmek durumu anlamaya yeterli olur mu? Zira kanımca kapitalizmin bir dini yok. Kapitalizmin dine ihtiyacı var ama bir dini yok. Kapitalizmin bir dili var, kapitalizmin inançtan ziyade varlığının gereksinimlerini karşılamak için kullandığı araçları var. Bu araçlardan biri de dindir. Dolayısı ile Suriye, Gazze vs gibi İslam dinin yoğun olduğu ülkelerde gerçekleştirilen katliamlara Türkiye’de yükselen sesler sadece yüzeysel kalmakla birlikte arka zihninin din ile şekillendiğinin kanıtlanmasından öteye geçmemekte.
Bugüne kadar bu ülkelere dair yapılan her eylemin arkasındayım, dün Suriye Konsoloslukları önünde eylem yapanlara helal olsun ama ben bu tepkinin en azı da olsa Malatya’da Ermenilerin bağışlarıyla şehirdeki Ermeni mezarlığı içinde yaptırılmış bekçi konutu, gasilhane ve son dua yeri, Belediyenin yıkım ekipleri tarafından yıkıldığında da gösterilmesini isterdim. Burada gösterilmeyip de diğer ülkelerde yapılan katliamlara gösterilen tepkinin bizim bilincimizin, zihnimizin aslında “gerçekten” ne kadar soyut olduğunun bir kanıtı değil midir? Bir diğer yandan, eğer bilincimize hakim olan inandığımız din ise başka bir dine ait alana yapılan bu hırçın saygısızlığa daha fazla tepki verilmesi gerekmez mi? Eğer dünyanın gerçekliğinin bir parçası isek, ki bunun araçlarından biri de din ise, bireysellikten çıkıp da gerçekliğe geçişin zamanı gelmedi mi? İnsanların feryadı ile feryat ediyorsak burada “diğer” insanlara yapılan saygısızlığa da aynı feryadı etmek için daha ne kadar bekleyeceğiz? Toprak daha ne kadar kemik koyacak önümüze?
Bir diğer korkunç örnek ise, Uludere! Uludere katliamı tam olarak bizim yaşadığımız toprak parçası üzerinde gerçekleştirildi ve tam olarak bizim vatandaşlarımızdı katledilenler. Tam olarak diye belirtiyorum ki, başka bir yerde olmuşta ben abartıyormuşum gibi görünmesin. Zira Suriye “başka” bir ülke. Uzatmadan devam etmek gerekirse, orada ölenlerin ardından gerçekleşen rezaletler silsilesini bilmem hatırlatmama gerek var mı? Üstün körü geçmek gerekirse, Başbakanın sanki “Kaza” yapma lüksüne sahipmiş gibi bir özür dilememesinden tutunda “Kaza”yı gerçekleştirenlere yağdırılan teşekkürlerine kadar, gazete ve gazeteci azarlamayla devam eden rezaletler güzellemeleri. Ölen insan sayısı 34 ve hepsi genç ama özür dileyen insan sayısı sıfır. Tepki gösterenler küçük bir gruptan öteye gidemedi asla bugün konsolosluklar önlerindeki gibi bir kalabalığa dönüşemedi. Oysaki Genelkurmay Başkanlığı veya Başbakanlık veya MİT’in belki de İç İşleri Bakanlığının önlerinde eylemler organize edilebilirdi. Ama böylesi geniş kitleleri buralarda göremedik. Neden? Bizim “Biz” olabilmemiz için en çok burada bir beraberliğe ihtiyacımız varken neden yine “biz” olamadık? Oysa ki, Suriye halkı ile “biz” olabiliyoruz. Bu “biz” olabilmek büyük ve şahane bir kabiliyettir. Bütün dünya “biz” olma yolunda hızla ilerliyor ve Türkiye’de yaşayanlar olarak bu sürecin bizi “yöneten”leri gibi dışında kalmaya devam mı edeceğiz?
Suriye’deki insanlar bizim insanlarımız ama Malatya’da yapılan hırçın saygısızlıkta bizim insanlarımıza yapıldı. Bu saygısızlığın bir bedeli olmalı ve “yanlışlıkla” yapanlara değil, onlara yıkın emrini “yanlışlıkla” verenlere bu bedel ödetilmelidir. Çünkü biz o “yanlışlıkları” iyi biliriz ve “yanlışlıkla” öldürüldüğü söylenen Sevag Şahin Balıkçı’yı nasıl kasıtlı öldürdükleri de ortaya çıkmışken. Gerçi çıktı da ne oldu kasıtlı adam öldürmek bu ülkede bir suç değilmiş yine öğrenmiş olduk.
Uludere’de yüreğimiz hala kanıyor. Hala hiçbir gelişme yok, sadece bir albay’ın üzerinde kalmaması gereken bu olay ile ilgili bir şey yapmak için hala geç kalmış da değiliz. Oradaki insanlar yalnız değil, onlarla beraberiz ve bizimde canımız yanıyor. Suriye için gösterilen duyarlılık artık kendi ülkemiz içinde olanlar için devre girmeli, vakit çok geç olmadan. Biz önce kendi içimizdeki bu sorunları çözersek o zaman diğer ülke insanlarının feryadına kulak verip, sokaklara dökülmenin bir inandırıcılığı olacaktır. Ve bir devrim cenneti olan Orta doğu ile “beraberlik” işte o zaman gerçekliğe kavuşacaktır. Çünkü biz bizi “yöneten” devlete “yönetilenler” olarak yolunu göstermiş ve “Biz” olabilmiş olacağız. Aksi halde “sen önce kendi ülkendeki insanların katledişine bir bak da, sonra benimle ilgilen” diye bir karşılıkta alabiliriz.
Bizim bilincimizin özgürlüğe kavuşması da ancak bu şekilde vukuu bulacaktır. Topraktan fışkıran kemiklerin arkasını aradığımız kadar özgürleşecek, “başka” bir inanca sahip insanlara yapılan saygısızlığın hesabını sorduğumuz kadar inanç sahibi olabileceğiz. “Başka” ülkelerdeki katliamlara çıkardığımız sessin daha da yükseğini kendi ülkemizdeki katliamlarda çıkardığımız ve peşini bırakmadığımız kadar “biz” olabileceğiz. Bu dünya ne kadar gerçekse bizim aynı gerçekliğe ulaşıp da yaşayabilme kabiliyetini göstermemiz de ancak böyle mümkün olacaktır. İşte o zaman dünya bizim vatanımız olacak, tüm insanlıkla “biz” olacağız. Bu o kadar da zor değil. Uludere ile ilgili düzenlenecek ilk mitingde veya Ermeni mezarlığına yapılan kabul edilemez saygısızlığın ilk toplu özründe görüşmek üzere… Ben buradan kendi adıma tüm Ermeni cemaatinden özür diliyorum.
Yorum Yap