- 6.02.2012 00:00
Geçen pazartesi günü Türkiyeli Yurttaşlar Derneği’nin (L’acort) davetlisi olarak Hrant Dink’in aramızdan alınışının beşinci yıldönümü nedeniyle tertiplenen anma panelinde bir konuşma yapmak üzere Paris’teydim. Anma, Paris’te Türkiyelilerin yoğunlukla ikamet ettikleri bölgedeki 10. Belediye’nin binasında gerçekleşti. Kıymetli dostum Osman Okkan hem Hrant Dink belgeseliyle, hem de anlattıklarıyla panele renk ve değer kattı.
Daveti kabul edişimin en önemli nedenlerinden birisi, cinayetten sonraki ilk yılın anmasında buradaki Ermeni ve Türkiyelilerin yan yana gelmiş olmasıydı. O anmanın düzenleyicilerinden birisiydi L’acort ve dernek koordinatörü Ümit Metin... Hrant Dink’in katlinin diasporada böyle bir yakınlığa vesile olması, tam da Hrant’ın ideallerine uygun düşen bir şeydi. L’acort militan bir tavır yerine diyalogu önemseyen bir çizgide 1980’lerden beri faaliyet gösteriyor. Fransa’ya yıllanmış Türkiye sorunlarını ihraç ederek havanda su dövmek yerine, Fransa’daki göçmenlerin (sadece Türkiyelilerin değil) güne dair gerçek sorunları üzerine çare üretmeye çalışıyorlar. Örgütçülük yapmak yerine insan merkezli amaçlar edinmişler. Mesela 20 bin kaçak göçmenin oturma ve çalışma izni almalarıyla sonuçlanan büyük bir açlık grevi yapmışlar. Kilisenin ve Fransız aydınların desteğini alarak yaptıkları bu eylem, 20 bin kişinin hayatını değiştirmiş, gerçekten müthiş.
Anma şu İnkâr Yasası’ndan hemen sonraya denk geldiği için, bizim panele büyük bir Ermeni katılımı olmadı doğrusu. Bunda L’acort’un Senato önünde yapılan “Türk” yürüyüşüne katılması ve Türkiye’nin ölçüsüz ve hırçın tepkisi neden olmuş olmalı. Bu arada, bu mitingin Türkiye tarafından organize edildiği herkes tarafından dillendiriliyor. Çevre ülkelerden onlarca otobüs kalktı, bindirilmiş kıtalar Senato’nun önüne yığıldı deniyor. Gösteri yapmanın demokratik bir hak olmadığını kimse söyleyemez, ama bunun sivil olmadığı, Türkiye tarafından manipüle edildiğisöyleniyor. Bu durum Fransa’daki Ermenileri çok tedirgin etmiş. “Türkiye bizi yeni vatanlarımızda bile öcü gibi takip ediyor” haletiruhiyesindeler.
Buna rağmen toplantı ayakta yer kalmayacak denli yoğun ilgi gördü. Osman Okkan’ın belgeseli o kadar kapsamlı ve sarsıcıydı ki, benim hazırladığım konuşma metni çok kitabi kaldı. Ben de, yazılı konuşmayı bir kenara bırakıp, doğaçlama olarak uzunca bir Hrant Dink, Dink cinayeti öncesi, günü, sonrası ve aynı bağlamlarda bir Türkiye projeksiyonu yaptım. Davanın skandal kararının nasıl ortalıkta sahipsiz kaldığını, hâkim ve savcı polemiğini, Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’ına kadar kimsenin bu karardan memnun olmadığını, bu pespaye çelişkinin de aslında Dink cinayetinin derin devleti kıskıvrak ve suçüstü yakalayan işleviyle ilgili olduğunu anlattım.
Karar sahipsiz kalmıştı çünkü Dink’e sahip çıkan on binler “Bu dava böyle bitmeyecek” diye caddelerde haykırmışlardı. Beş yılda sönümlenmeyen bu sahip çıkışın yeni Türkiye’nin mayası olduğunu söyledim. Beni iyimserlikle suçlayanlar olsa da, bunun doğru bir analiz olduğunu tekrarladım. Konu AK Parti değildi... AK Parti intihar ediyor, bu açıkça görülmekte. Önemli olan halktaki değişim arzusu ve talebidir.
Fransız bir gazeteciden o kaçınılmaz soru geldi tabii. Fransız Senatosu’nun kararını nasıl değerlendirdiğim soruldu.
Türkiye’deki tercihle durumu sadece Sarkozy antipatisi ve oy hesapçılığıyla açıklamaya çalışmak, aslında hiçbir şey söylememek demek. Oysa bu yasa tasarısı daha çok Sosyalist Parti’nin emek verdiği bir konu ve Avrupa Birliği’nde soykırımların inkârının da suç olmasına yönelik bir tarihçe var. “Eğer”dedim, “ben Senato’da bir senatör olsaydım, bu kanun oylanırken hayır oyu verirdim. Çünkü, şiddetle ilişkisi olmayan her fikrin, adaletsiz olsa da insanları rencide de etse cezalandırılmasına ilkesel olarak karşıyım”.. ve ekledim...
“Ancak, hukuki tanımı veya sebebi ne olursa olsun, Ermeni halkının kendi yurtlarından kazınmasıyla sonuçlanan, yüz binlerce insanın öldüğünü herkesin kabul ettiği bir büyük felakette Türkiye 96 yıldır inkâr siyaseti izliyor. Bir yüzyıldır Ermeniler acılarına saygı gösterilmesini bekliyorlar. Haliyle, böyle tasarılar kanunlaştığında, yüreğimdeki adalet talebine karşılık gelen bir tarafı oluyor. Bu bir çelişki mi? Evet, belki, ama bu çelişkiden ben mesul değilim. Hissettiklerimi inkâr edemem.”
Diasporadaki Türkiyelilerin, Ermeniler, Kürtler, Aleviler ve Türklerin, kendi travmalarının kronolojisine göre geçmişte yaşadıkları da bir gerçek. Bu başlı başına bir kitap konusu olabilir. Ermeniler, solcular, Aleviler ve Kürtlerde 1915, 1937, 1980, 1990’ların Türkiye’sini bulmak mümkün. Türkiye açısından adeta geçmişe gömülü yaşıyorlar. Öfkeye dönüşmüş bir adalet talebi ve bunun hemen yanında büyük bir memleket hasreti var. Belki yanılıyorum, ama Türkiye gerçekten değişmeden, değiştiği güvenini vermeden, onların tamamen iyileşmeleri, kendi başlarına o kuyudan çıkmaları pek mümkün değil.
Senato kararı dâhil, Türkiye ise bu olgunluktan çok uzak gözüküyor hâlâ. Çok da bir şey diyemiyorsunuz, sizi AK Partili veya hayalperest olmakla suçluyorlar hemen. Üzücü bir durum.
mesayan@markaresayan.com
Yorum Yap