Maggotlaşan İnsanoğlu ve Yerel Dar Kafalılık (2)

  • 9.09.2014 00:00

 Nüfus ve Gelişme İlişkisi Üzerine Teoriler

Ülkelerin ekonomik gelişmesiyle nüfuslarının artışı arasındaki bağlantı üzerine ileri sürülen teoriler çok çeşitlilik arz ederler. En eski teoriler Karamsar Teoriler olarak adlandırılır. Bunlar Ortodoks görüşler olarak da addedilir. Karamsar (Ortodoks) Teorilere göre yenilenemeyen doğal kaynaklar ve kapital her zaman sabittir. Bunların arzı nüfus artışından her zaman daha yavaş artar. Dolayısıyla nüfus artışı yukarı tırmandıkça ekonomik gelişme aşağıya iner. Malthusian teoriye göre, nüfus geometrik bir oranda artma eğilimindedir. Yiyecek ise yalnızca aritmetiksel olarak artabilmektedir. Artan nüfus bütün artı-ürünü tamamıyla tüketir. Çalışan sınıfın gelirinde gerçek bir yükselme mümkün değildir. İnsanoğlunun önünde nüfusun aşırı artışını önlemek için iki seçenek vardır: İnsanoğlu beslenmesi imkansız aşırı sayısını ya kendi kontrol altına alacak ya da bu işi doğa yapacaktır.

1940-1960 yılları arasında dünya nüfusu daha önce hiç rastlanmayan bir oranda arttı. 1958’de Coale-Hoover, Neo-Malthusian bir teori geliştirdiler. Bu teoriye göre, yüksek nüfus artışı sosyoekonomik gelişmeyi ciddi oranda zayıflatıyor. Bundan çıkan siyasi sonuç: Hükümetler nüfusu kontrol altına almak için müdahale etmek zorundadırlar.

Akademik çevrelerde Coale-Hoover teorisinin aşağıdaki sınırlılıklara sahip olduğu ileri sürülüyor:

1- Farz edilen ekonomik büyümenin yalnızca kapital büyümesinin bir fonksiyonu olarak görülmesi,

2- Teknolojideki gelişmelerin ve iş gücü kalitesindeki iyileşmenin (yeni jenerasyonun daha iyi sağlık ve eğitim koşullarına sahip olması aracılığıyla) hesaba katılmaması,

3- Nüfus artışıyla ekonomik gelişme arasındaki ilişkinin her yerde tutarlı bir biçimde negatif bir nitelik taşımaması; negatif ilişkiye dair ampirik kanıtların zayıflığı.

Karamsar Teorilerin yanı sıra nüfus artışıyla ekonomik gelişme arasındaki ilişki üzerine ileri sürülen İyimser Teoriler de söz konusudur(Boserup, Julion Simon). Bu teorilere göre nüfus artışı ekonomik gelişme üzerinde olumlu bir etki yaratır. İnsan zekası ve yaratıcılığı sayesinde yaratacağı teknolojiyle doğal çevrenin taşıdığı sınırlılıkları aşarak gelişmeyi sürdürecektir.

Marksizm’e göre ise “fazla nüfus” kapitalizmin bir ürünüdür ve kapitalizmin egemenliğini sürdürebilmesinin mutlak ön koşuludur. Kapitalizm sömürülebilecek hazır insan gücüne ihtiyaç duyar. Bu insan gücü zirai toprağın ele geçirilmesi ve topraksızlığa ve işsizliğe mahkum edilmiş kalabalıkların şehirlere sürülmesi suretiyle yaratılır.

İlk kez 1974 yılında toplanan Uluslararası Nüfus Konferansı yukarıdaki teorilere alternatif olarak yeni teoriler (“Revizyonist Teoriler”) geliştirdi.

1. Revizyonist Teoriye göre azgelişmişlik hızlı nüfus artışının sebebidir. Bundan çıkarılması gereken politik sonuçlar, “ekonomik aktivitelere yatırım yapmak ve ekonomik sistemi iyileştirmek” olmalıdır. 1984’te Meksika’da toplanan Uluslararası Nüfus Konferansının geliştirdiği 2. Revizyonist Teoriye göre ise nüfus ile ekonomik gelişme arasında bir nedensellik bağı yoktur. Nüfus ekonomik gelişme sürecinde neutral bir rol oynamaktadır. Bundan çıkan sonuç şudur: Nüfus planlaması yerine ekonomik reformlar, serbest piyasa ekonomisi, demokrasi vb. konular öncelik taşımalıdır.

1986 yılında ulaşılan düşünceye göre, konuyla ilgili bilimsel kanıtların yetersiz olduğu, nüfus artışı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ulusal/bölgesel düzeyde bir netlik taşımaktan ziyade kişisel/hane düzeyinde açık olduğu ifade edildi. Az gelişmiş ülkelerdeki hızlı nüfus artışının, ekonomik, kültürel, kurumsal ve demografik farklılıklara bağlı olduğu ve ülkeden ülkeye değiştiği ileri sürüldü. 

Yeni paradigmaya göre nüfus artışı az gelişmiş ülkelerdeki problemlerin her zaman başta gelen sebebi değildir. Buna rağmen diğer problemlerin yol açtığı zararın bu yolla daha da arttırıldığı söylenebilir. Sadece nüfustaki artış sorununu çözmek suretiyle bütün sorunları çözmek mümkün değildir. Fakat bu sorunun çözümü diğer sorunların çözümüne bir katkı sunabilir.

1994 yılında Kahire’de toplanan BM Uluslararası Nüfus ve Gelişme Konferansı yukarıda adını andığımız 2. Revizyonist Teorinin yerine yeni bir paradigmayı koydu. Yeni paradigmaya göre insan hakları temel alınmak zorundadır. Cinsiyetler arasında eşitliği sağlamak, ayrımcılık yapmamak, kadınları iş alanında ve sosyal hayatta daha etkin bir rol oynamaya teşvik etmek anahtar konuları teşkil etmektedir.

Teoriler ve Hakikat

Teori belli doğal olayları izah eden ve çok sayıda ampirik kanıta dayanan bir genelleme ise yukarıda adını andığımız teorilerin hiçbiri bu vasfa sahip değildir. Buna rağmen gerçeğe en yakın teorilerin Malthusian ve Neo-Malthusian teoriler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu teoriler sınırlı bir sahada sınırsız bir tür(specie) artışının gerçekleşemeyeceği gerçeğini ifade ediyorlar. Örneğin Kalahari Ulusal Parkı’nda azami olarak kaç filin yaşayabileceği bellidir. Söz konusu ulusal parkta sayısız bir fil nüfusu için yaşama şansı yoktur. Aynı yalın gerçek biyolojik bir tür olarak insanoğlu için de geçerlidir. Teknoloji hiçbir zaman bu sınırlılığı aşamaz. En ileri teknoloji yeni toprak, su ve hava yaratamaz. Malthus ve Neo-Malthusçular bu gerçeği görmek suretiyle diğerlerinden ayrılıyorlar.

Öte yandan nüfusun ve yiyeceklerin artış mekanizmasıyla ilgili Malthus’un yaptığı açıklamalar basit bir analojiden ibarettir. Nüfus geometrik olarak değil, exponential olarak artar. Dolayısıyla nüfusun ikiye katlanması yıllık büyüme oranıyla ilgilidir. Örneğin yılda %2 oranında büyüyen bir nüfus kendisini ancak 35 yılda ikiye katlar. Malthus’un öne sürdüğü gibi her nüfus artışı ikiye katlanma anlamı taşımaz. Başka bir deyişle buradaki çelişki geometrik artışla aritmetiksel artış arasındaki bir çelişki olmayıp, sınırlı bir fiziki alanda sınırsız bir büyümeyi olanaklı gören teoriyle, sınırlı bir alanda hiçbir türün sınırsız bir biçimde exponential olarak büyüyemeyeceği gerçeği arasındaki çelişkidir. Malthus daha 1798 yılında bu gerçeği görebilmiştir. Teknolojik ilerlemenin ve petrole dayalı tarımın Malthus’un öngördüğü doğal kontrolü ertelemiş olması teorinin zayıflığına işaret etmez. Petrole dayalı yoğun tarım gıda üretiminde görülmemiş bir bolluk ve ucuzluk yarattı. Bu sayede exponential artış mümkün hale geldi. Ancak bu geçici bir durumdur. Petrol rezervleri tükenince ucuz gıda da tükenecektir. Kaldı ki teknoloji ve petrole dayalı modern tarım yaşam kaynaklarına onarılması olanaksız bir zarar vermiştir. Ne tahrip edilen doğal kaynakları onarmak ne de petrolün yerine bir başka enerji kaynağını idame etmek mümkündür.

Kimyasal maddelerin kullanılmasına dayanan, onlara mutlak suretle bağımlı olan modern tarım metotları toprağı uzun vadede tahrip etmektedir. Öncelikle topraktaki besinler yok oluyor. Keza topraktaki yararlı mikroplar da imha ediliyor. Yerkürenin çölleşmesine ve küresel iklim değişikliğine yol açıyor. Tarım alanında kullanılan zehirli böcek öldürücüleri, istenmeyen ot öldürücüleri ve suni gübre yeraltı sularına, nehirlere, göllere ve okyanuslara karışıyor. Modern suni gübre değişen oranda nitrojen, potasyum ve fosfordan oluşuyor. Bitkilerin büyüyebilmesi için bunlar şarttır. Fosfor ve potasyum suni olarak üretilemiyor. Madencilik yapılmak suretiyle topraktan çıkartılan bu elementlerin rezervi büyük ölçüde Rusya ve Kanada’nın elindedir. Tarımda kullanılan Nitrojen ise doğal yaşama, canlılara ve yeraltı su kaynaklarına en büyük zararı vererek çevre felaketine yol açıyor. Makineleşmiş yoğun tarımın yarattığı su kirliliğinin en önde gelen sebebi kullanılan Nitrojen ve fosfordur.

BM’nin sözde teorileri tamamen absürt olup sorunu ifade etme cesaretinden yoksun teorilerdir; maddi hiç bir temelleri yoktur. BM kendi kendini yalanlıyor. BM verilerine göre bir milyar insan açlık sınırının altında yaşıyor. Bir milyar insan da (aynı bir milyar değil, ikinci bir grup) içilebilecek temiz sudan yoksundur. BM’nin temiz su, ekilebilir toprak ve solunabilir bir hava yaratma yeteneği olmadığına göre yukarıdaki savları öne sürebilmesi gülünçtür.

Sonuç ve Türkiye Gerçeği

Türkiye nüfusu en hızlı artan ülkelerden biridir. 1980’li yıllarda 50 milyon civarında olan toplam nüfus bugün 80 milyona dayanmıştır. Aynı hızla yeşil alanlar kaybolmakta, ülke çölleşmekte ve su kaynakları kurumaktadır. Aileler büyük, ortalama yaşam beklentisi kısadır. Nüfus genç olduğu için daha hızlı nüfus artışının koşulları mevcuttur. Bu durum AKP’nin çok tercih ve teşvik ettiği bir durumdur. AKP İslam adına söz konusu durumu kutsuyor. AKP iktidarı nüfus kontrolünü dini gerekçelerle reddediyor.

Nüfustaki hızlı artış AKP iktidarının toplumsal zeminini oluşturur. Eğitimsiz yoksul kalabalıklar mezhepçi bir iktidar aracılığıyla zenginleşmenin umudunu taşıyorlar.      Ekonomideki bazı göstergelerin pozitif gözükmesi bu umudun sürekli canlı tutulmasını sağlıyor. Türkiye gibi hukukun üstünlüğünü tanımayan, oturmuş hiçbir hukuki kurumu bulunmayan, şeffaf olmaktan uzak bir ülkede her şeye seçim zaferleriyle karar verilir. Kimin zengin olup olmayacağına da hükümetler karar verir. Devletin süreklilik arz eden kalıcı kurumları ordu ve derin devlettir. MİT ve polis teşkilatı bile hükümetler tarafından yeni baştan dizayn edilir. Yargı bütünüyle hükümetin otoritesi altında şekil alır ve faaliyet gösterir. Hukuk yoktur, kimin yargıç kimin suçlu olacağına da hükümetler karar verir. Örneğin AKP hükümeti 17-25 Aralık operasyonlarından sonra yargı ve polis kuvvetini kriminal ilan ederek kriminalleri mağdur ilan etti. Son 12 yılda kimin zengin olacağına tamamen AKP hükümeti karar veriyor. Kamu arazisini kendi aralarında paylaştılar. İhaleleri bütünüyle yandaş firmalara veriyorlar. Gazete patronları iflas etmemek için Tayyip Erdoğan’ın karşısında telefonlarda ağlıyorlar. Gazete patronlarının kimi çalıştırıp kimi işten atacağına da Tayyip Erdoğan karar veriyor. Koca şirketler, holdingler vergi denetimi aracılığıyla Tayyip Erdoğan tarafından batırılmaktan korkuyorlar.

Genç Türk seçmeni bütün bu olup bitenleri normal görüyor. Küresel maggotlaşma fenomeni yerel düzeyde böyle zuhur ediyor. AKP sonuç olarak IŞİD zihniyetine sahip bir hanedanlık kurdu. Zorbalığa, hukuksuzluğa, rüşvetçiliğe, kayırmacılığa, yağmacılığa, yolsuzluk yapmaya dayanan bu sistem seçmenin ezici çoğunluğunun desteğini almaya devam ettiği sürece rasyonel tartışmaların bir ağırlığı olmayacaktır. Mevcut seçmeni hukuk devleti ve demokrasi kavramlarına sahip bir kütle gibi görmek ve sadece propagandaya ağırlık vermek suretiyle bir yere varılamaz. Türkiye’nin sadece siyasal gerçeklerini değil, aynı zamanda sosyobiyolojik gerçeklerini de görmek gerekir. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums