- 28.03.2017 00:00
Son dönemde her seçimi umut, korku, endişe gibi yoğun duygular eşliğinde yaşamak zorunda kaldık.
Bazı insanlarımız haber izlemeden duramıyor. Pedallara basmayınca yere düşecekleri gibi bir endişeleri var. Referandumda “Evet” kazanırsa yaşam alanlarına daha da fazla müdahale edileceğinden korkuyorlar.
Haksızlar mı? Yıllardır hedef gösterildiler, “gayrı-milli” ilan edildiler, temel hak ve hürriyetleri ellerinden alındı.
Kendileri gibi var olamadıkları, daha da var olamayacakları bir ülkede yaşamaktan, daha doğrusu yaşayamamaktan kokuyorlar.
Var olamamanın dayanılmaz ağırlığını yüreklerinde bir kıskaç gibi taşımak zorundalar.
Tekçilik buldozeri, “bize benze, yoksa çek git!” diyerek üzerlerine üzerlerine geliyor.
Tekçilik buldozeri, “çokluk içinde birlik olmaya” gönül indiremiyor: “Yokluk içinde birlik” olmayı dayatıyor.
İktidardaki partinin kurmayları, “kazanan her şeyi alır” mantığıyla hareket ediyorlar. Bütün güç alanlarını ele geçirmek istiyorlar. Frensiz bir kamyon gibiler.
Üstelik OHAL koşullarında aceleyle geçirmeye çalıştıkları bir sistemle (“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”) Türkiye’yi Tek Adam Vesayetçiliği’nin Üçüncü Ligi’ne düşürmek istiyorlar.
Sadece tek bir kişinin gerçek anlamda siyaset yapacağı, Yargı, Yürütme ve Yasamanın Türkiye’nin bugüne kadar gördüğü en merkeziyetçi ve tek adamcı vesayetçiliğe teslim edileceği bir paket söz konusu olan.
Üstelik Cumhurbaşkanı iktidar partisinin de Genel Başkanı olacak. Parti Devleti inşa etmek için bu kadar insanın seferber olmaları elbette endişe verici.
İktidar partisinden olmayanın bırakın iş bulmayı, hayat alanı bulamadığı ülkede, bugün dahi örneklerini gördüğümüz kurnazlıklar, ikiyüzlülükler devreye girecektir:
İktidar partisine gönülsüzce üye olan korkmuş insanlar görebiliriz. Milyonlarca insan iktidar partisine üye olacak ve birileri bunu güç zannedecek kadar körleşmiş olacaklar.
Neden mi? Düşmek etrafı görmemektendir de ondan.
Tek adam rejimlerinde liderin etrafı dünyayı her daim tozpembe gösterenlerle doludur.
Demokrasilerin güzel tarafıysa, ilkeli muhaliflerinizin konuşma cesareti göstererek size ayna tutabilmeleridir.
Bir lider en çok neye ihtiyaç duyar? İlkeli muhaliflerin boy aynasına mı, ilkesiz yandaşların dev aynasına mı? Varın siz karar verin.
Herkesin aynı partiye üye olduğu rejimlerin sonunu 1990’larda hep beraber izledik. Halk artık bu ikiyüzlü varoluşu sürdürmek istemedi. Daha önce de istemiyordu ama mecburen katlanıyordu.
Ama umutlarımızı yeşertecek şeyler de oluyor:
Bu kadar seçim kaybetmiş insanlar, şaşırtıcı bir umut ve hızla örgütleniyorlar. Yaratıcı olmak zorundalar ve oluyorlar. Renkli ve çok sesli olmak zorundalar ve bunu başarıyorlar.
Nedeni o kadar basit ki: Kendi özgür iradeleriyle itiraz edebiliyorlar ve özne olarak hayata müdahale etmek istiyorlar.
Özgürleşmenin yolunun “Hayır” demekle başlayacağının bilincindeler.
Üstelik daha önce pek yapamadıkları bir şeyi ilk defa yapmayı deniyorlar. “Diğer mahallelere” gitmeye, onlarla konuşmaya gayret ediyorlar.
Elbette önce ürküyorlar ama temas ettikçe bu ülkede her şeye rağmen ve hala gönülden gönüle giden köprüler, yollar olduğunu görüyorlar.
Bizi ayrıştırmak üzerine kurulu siyasete inat, yıkılan köprüleri tamir etmeye çalışıyorlar.
Ülkemizi kurtaracak olan gerçek manada demokratik siyaset de budur. Bir toplum olacaksak, işte bu yollardan geçerek olacağız.
Çünkü demokratik siyaset, hiç kimseyi bir öze, bir kimliğe mahkûm etmeden ikna etmeyi amaçladığı müddetçe birleştirici bir pratiktir.
Demokrasimiz güçlendikçe, haysiyetli insanların kendi iradeleriyle beraber yaşadıkları bir toplum olacağız.
Ama önce demokrat olmayı öğrenmeliyiz ve de öğreniyoruz.
16 Nisan’da sonuç ne olursa olsun, yüzde 50’nin ötesine konuşmayı bilen, temas etmeyi öğrenen siyaset şimdiden en büyük kazanımımızdır…
Yorum Yap