- 16.07.2018 00:00
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
İstiklal Şairimiz Mehmet Akif müthiş bir tarih dersi veriyor bizlere. Yirminci yüzyılın başında, birçok tarih felsefecisinin de iştirak ettiği tarihin tekerrürünü ibret alamamaya bağlayan hükmü, veciz ifadeleriyle ortaya koyuyor. Aslında tekrarlanan tarih değil, ders alınmayan hatalardır. Süreklilik arz eden toplumsal olayların, benzeri şartlar altında aynı sonuçları doğurduğu binlerce kere yaşanmasına rağmen insan tabiatında var olan “unutkanlık” yüzünden “ibret” alınmayıp, hatalar tekrar edilmektedir.
DARBELERİ UNUTMAYALIM
1982 Anayasası’nın uygulanması ve sonuçlarını yerinde görmek isteyen ve 1986 yılında ülkemizi ziyaret eden Rus tarihçi (esasında bir KGB uzmanı) V. Danilevsky’ye genç bir asistan olarak mihmandar tayin edilmiştim. Türkiye’yi çok iyi bilen ve Türkiye hakkında yazılar/kitaplar yazan Danilevsky son yazdığı Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabını bana hediye etmişti. Kitap Rusça idi ama sonunda İngilizce geniş bir özet vardı. Daha sonra herkes tarafından tekrarlanan bir iddiayı o, delilleri ile anlatıyordu. Her on yılda bir darbelere maruz kalan Türkiye’de “demokrasi dikiş tutturamayacaktı”. Bu iddiayı kendisi ile uzun uzun tartışmış ama ikna olmamıştım. Ve en azından öyle gözükmüştüm. Doğrusu o tarihlerdeki hamasi duygularım ve bu hükmü hakkında oldukça önyargılı olduğum Sovyetler’den bir tarihçinin söylemesi beni rahatsız etmiş, ancak zihnimde iz bırakmıştı. Tabii olarak, 1982 öncesi Türk Siyasi Tarihi’ni, anayasanın ve meşru düzenlerin çeşitli güçler tarafından kesintiye uğratıldığı tarihimizi bir kere daha bütüncül bir tarzda okumaya başladım. Sonuçta üniversitemizde ders verme hakkını aldığımda da önce o zamanlar tarih bölümlerinde revaçta olmayan Türkiye’de Demokrasi Hareketleri veya Türkiye’de Anayasal Hareketler Tarihi dersleri vermeyi itiyat haline getirdim. Öğrencilerim hatırlayacaklardır. Üzerinde en çok durduğum konu, 1876’dan itibaren anayasal sistemin hangi sebepler ile ve ne şekilde kesintiye uğratıldığıydı. Özetle şu hususlara vurgu yapıyordum:
Anayasal sisteme geçtiğimiz 1876 yılından itibaren tarihimiz onlarca darbeye şahit olmuştur. İbret almak bir yana her seferinde meydana getirdikleri şokları unutarak veya oluşturdukları ortama alışarak, yeniden aynı hatalar tekrarlanmıştır. Ana ve artçı darbeler olarak zikredebileceğimiz bu darbelerin tamamı, güçlü liderlerin ortaya çıktığı, Osmanlı Devleti’nin ve sonrasında Türkiye’nin toparlanma iradesi gösterdiği dönemlerde yapılmışlardır. Bu açıdan ortak noktaları, toplumsal mühendislikle toplumu uyuşturup, zihniyet değişimini sağlamaya çalışmalarıdır. Diğer önemli bir ortak noktaları ise mutlaka “dini” kullanmalarıdır. II. Abdülhamid’i tahttan indiren darbe “şeriat” talep ederken; tarihimizdeki bir çok darbe de “şeriat tehlikesi” iddiası ile yapılmıştır. Nitekim bütün iddialarını tüketen darbe felsefecileri, 15 Temmuz’da yeniden 31 Mart kodlarına dönmüşlerdir.
MAKÛS TALİHİMİZ: DARBELER
Bugün hatırlama günü. Bu yüzden yaklaşık son bir buçuk asırlık tarihimizdeki darbeleri bir kere daha hatırlayalım ve 15 Temmuz kalkışmasının bir başlangıç değil bir sonuç olduğunu idrak edelim.
Dönemin medrese kültürü ile yetişen ve Batı düşüncesini iyi bilen Sarıklı Devrimci Ali Suavi eliyle 1878 yılında yapılan Çırağan Sarayı baskını V. Murad’ı tahta geçirememiş ama II. Abdülhamid’in 33 yıllık saltanatının üstünde etkili olmuştur. Bu başarısız darbe girişimi ise aynı yıl, Kleanti Skalyeri-Aziz Bey Vak’ası ile tekrarlanmış ve masonların Osmanlı bürokrasisi üzerinde bir baskı unsuru olacaklarını göstermiştir.
Anayasanın ilanından on yıl sonra, mutedil bir fikir adamı olan Tunalı Hilmi’nin muhalif hareketi içinden Osmanlı İhtilal Fırkası türeyecek ve yeni bir darbe teşebbüsünde bulunacaklardır. İlginçtir ki bütün bu darbe girişimlerinin gerçek yüzü bugüne kadar hakkıyla ortaya konulamamıştır.
Anayasal sistemin yeniden rayına konulmaya başlandığı bir zamanda, II. Meşrutiyetin birinci yılının sonlarında ortaya çıkan 31 Mart Vak’ası darbeler tarihimizde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu darbe sadece II. Abdülhamid’i tahttan indirmemiştir. Bilakis toplumsal bir mühendisliğe soyunmuş, zihniyetlere ipotek koymuş ve bugüne kadar Türkiye’nin siyasal sistemi üzerinde bir öcü gibi duran “irtica” kavramını beraberinde getirmiştir. “İttihad” ve “Muhammed” gibi medeniyetimizin en güzide kavramları kullanılarak, halen sırrı çözülememiş İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti üzerinden oluşturulan kavga ve tartışmalar yüz yıl boyunca hem “ittihad fikrine” hem de Peygamberimiz “Hz. Muhammed’in yöntemine” karşı yıkıcı yorumların geliştirilmesine sebep olmuştur. Bunu takip eden siyasal hadiseler ve Osmanlı sistemini sarsan artçı darbe, 1913 Babıâlî Baskını ile hayat bulacak ve 31 Mart sonrası oluşan yeni siyasi literatür egemen kılınacaktır.
Cumhuriyet devrinin en önemli siyasal darbesi, II. Meclis değil, hiç tartışılmayan İzmir Suikastıdır. Nitekim bu girişim gizli bir darbedir ve Gazi Mustafa Kemal’in iradesine ipotek koyma hadisesidir. Mahkeme tutanaklarının aksine bu olay, Cumhuriyeti ilanı ile Gazi’nin misyonunu bitirmek isteyen güçlerin demokrasiye geçişi engelleme girişimleridir.
Benim de yaşadığım, bir çok okuyucumun da şahit olduğu diğer darbeleri de unutmayalım. Bize bayram olarak kutlatılsa da gerçekte çok partili hayata geçiş denemesinin ardından demokrasiye mutlak bir darbe olan 27 Mayıs 1960 ihtilali ve gerekçeleri artık tarihin çöplüğündeki yerini almıştır. Ürettikleri yalan, kendilerini de tatmin etmemiş olsa gerekir ki daha o zaman Talat Aydemir ve arkadaşlarının karşı darbeleri ile karşılaşmışlardır. 1960 darbesinin zihniyet mühendisliğini, 1969 yılında anayasa değişikliği yaparak siyasi yasakları kaldırmaya niyetlenen meşru yönetime, Memduh Tağmaç’ın darbe girişimi bir kere daha ortaya koymuştur. Sivil yönetimin kök salmaya başladığı bir zamanda 1971 darbe teşebbüsü ve 12 Mart Muhtırası, kökü dışarda olan bazı askerlerin siyasal sistem üzerinde kurmak istedikleri askeri vesayetin habercileri olmuştur.
Dönemin siyasetçileri meseleyi kavrayamamış ve siyasette girdikleri kısır döngü onları “uzaktakilerin çocuklarının” darbesi ile yüz yüze getirmiştir. Meşruiyetlerini sözde “irtica” tehdidinden alan gerici yaklaşımlarıyla, post modern darbe girişimcilerini (28 Şubat ve 27 Nisan) anlayamamak ve geçmişteki darbeleri unutmak, 15 Temmuz’a giden terör ve işgal yolunu hazırlamıştır.
Unutmayalım ve ibret alalım: 15 Temmuz 2016 tek başına bir darbe değildir. Asrın darbelerinin birikimidir. Bu darbe karşısında duran ve gözlerini kırpmadan şehit olanlar da sadece o günün şehitleri değildir. Onlar aynı zamanda Çanakkale’nin, Milli Mücadele’nin ve Demokrasi ve Milli Birlik’in şehitleridir.Ruhları şad olsun.
Yorum Yap